
Sahi Cortado neydi? Cortado emekti, sevgiydi, sıcak yaz gününde gelen kafa karışıklığıydı. Sahi neydi Cortado?
İlk yazımız. Öyle böyle yaz değil. Hava çok sıcak, çok nemli. İçerde bir klima var ama elektriğe en son yüzde 40 zam geldiği gerçeği ile karşı karşıya gelince kapattık, bahçede oturuyoruz. Gelen olursa pıt açıp, sonra yine kapatıyoruz. Zaten bu sıcakta neredeyse kimse gelmiyor. Hani eskiden her Pazar sabah kuşağında yayımlanan Western filmler vardı. Hatırlar mısınız? Şehir sakin, güneş tepede, insanlar sandalye atmış barın önünde oturuyor ama hareket etmiyorlar. Sonra top gibi yuvarlanarak geçen çalılar var. İşte aynen o durum, biz de kendimizi attık bahçeye, oturuyoruz. Bacaklarım terden sandalyeye yapışmasın diye minder aldım kendime. Önümüzde türk kahvesi fincanlarımız, kapatsam Evşo fal bakar mı soruları kafamda ve suratıma sıcak sıcak rüzgar vuruyor. Bu sıralar çok bir şey düşünemiyorum. O kadar sıcak ki hava, düşünürken terlerim korkusu ile öyle usul usul oturuyorum. Sonuçta düşünecek şeylerin listesi de bir hayli kabarık. Üstelik zincirleme isim tamlaması gibiler, tek tek değil biri düşse aklına hop ötekini de çağırıyor. Kredi taksitleri, kredi kartı ödemeleri, stopaj, dükkan kirası, bağkur, sgk, gelir vergisi, tabela vergisi, aidat… Düşündükçe ter basıyor demiştim ya az bile. Ah tabi bir de Kosgeb proje başvurusu için beklediğimiz onay var. O onay bir gelse herşey biraz daha kolay olacak ama sanırım daha çok bekleyecek gibiyiz. Ülke yine karıştı, bir takım kalkışmalar falan oldu, bir şeyler. Hatta o gece herkesin elinde rakısı insanlar kadeh tokuşturarak Çav Bella nidaları eşliğinde ertesi gün darbe beklerken, biz “Şimdi nolucak?” derdine düşmüştük. Bir şey olmadı, olan sadece bizim proje onayına oldu. Süreç uzadı, belirsizlik arttı, aa bir de bir çok şeye zam geldi. En çok da ilginçtir ki soğana. Ama yine de zam konusunda yumurta açık ara farkla birinci sıradaki liderliğini korumaya başardı.
Tüm bunlar olmaya devam ederken, biz de napalım bahçede Türk Kahvesi içiyoruz işte. Sonuçta küçük esnaf olmak bunu gerektiriyor. Başımızda bir huni eksik. A pardon bir de tabut ölçüsü alma peşinde koşan tabutçumuz yok. Neyse ki çok şükür ölmemişiz daha 🙂 . Gerçi aynı şey olmasa da bir Nizamettin Abimiz var. Tüm yaz beynimin içinde hatrı sayılır bir desibelde senkron sesler arasında yerini alan dondurma dolabı ile aşk yaşayan Nizamettin Abi… O tam bir Karadeniz uşağı ve yan dükkanımızdaki fırının bize göre gizli ortağı. Çünkü dur durak bilmeden çalışıyor, kendi dükkanı gibi sahiplenmiş ve hatta zaman zaman bizim dükkanı da kesip, öpüşüp koklaşan çiçeği burnunda çiftler varsa trip atıyor bize. “Burası aile mekanı diyor. Ben izin vermiyorum. Siz de izin vermeyin diyor.” Ben öyle sevimli sevimli alttan almaya çalışıyorum, geçiştirmeye çalışıyorum konuyu. Ama Evşo öyle mi. Canım ortak hep atarlı bu konularda. İlk zamanlar sırf bu sebepten hep ben konuşup, görüşüyorum Nizamettin Abiyle. Evşo hep mesafeli. ‘İstenmeyen Tüy’ misali duruyor hep aramızda. Ama hayat işte. Yaz geliyor. Müşteriler yazlıklara, denize, kuma, güneşe atarken kendilerini biz de Nizamettin Abiyle başbaşa kalıyoruz. Sonrası gelsin dondurma partileri, çaylar, limonatalar… Bize, “Oldunuz siz artık.“ diyor Nizamettin Abi ama biz tam olarak ne olduğunu anlayamıyoruz. Diyorum ya tuhaf bir Western filmin içinde gibi, şehre bir yabancının gelmesini bekliyormuşuz gibi oturup bekliyoruz sandalyelerimizde. Çünkü neydi, hikaye öyle başlıyordu.
Ama bizim hikaye tam olarak 70’lerden modifiye kırmızı bir Cadillac araba ile başlıyor. İzmir’in kavurucu sıcaklarında yapılacak en iyi aktiviteler arasında düğünler başı çeker. Sünnet düğünü olur, kına gecesi olur, nikah olur hiç farketmez. Her düğünün olmazsa olmazı da gündüz konvoylarıdır. Önde gelin -damat ya da sünnet çocuğu, full müzik, neşe, kahkaha, korna sesleri, aynalıklara takılan dantelli havlular ve tabiki orjinal bir davulcu zurnacı takımı. İşte aynen böyle bir konvoy 9/8 lik ritimlerle beliriyor bizim caddenin köşesinde. 9/8 dedin mi orda duracaksınız. Benim için pek birşey ifade etmese de Evşo için bir yaşam ritmi o. Kalp atışı gibi bir şey. Duydu mu tüm organları harekete geçiyor. Parmaklar çıt çıt, omuzlar bir dökülüyor falan. Evşo oynuyor ben de telefonumu alıp ilerde birşey yaparım ki modunda çekiyorum onu. Hava sıcak, mevsim çok yaz ve biz ilk kez para kazanmadan yaşıyoruz. Kaptırmışız kendimizi bir tür eğlence peşindeyiz. Derken bir gölge beliriyor. Biz şehre bir yabancı beklerken ellerinde alışveriş torbaları, uzun bacaklı, epey de gösterişli bir kız sevgilisi ile beliriveriyor karşımızda ve güneş gözlüklerini hafif çıkartarak “Cortado var mı?” diye soruyor. Ses bizi uyuduğumuz derin bir uykudan uyandırmaya çalışır gibi ilahi bir ses. Evşo bana bakıyor, ben Evşo’ya bakıyorum. İkimizde de aynı soru. “Cortado ne ki?” Kafada deli sorular. Şimdi ben var desem, iki dakika Google’a baksam kesin yaparım da ya tatlı gibi birşeyse diye düşünüp pes ediyorum ve ikimiz de “Yok!.” diyoruz senkron bir şekilde. Kız içeriye bir göz atıyor, kahve makinamızı görüyor sonra bize bakıp gülümseyip çıkıyor. Biz hala büyük bir gizemin içinde takılı kaldık çıkamıyoruz. Elime telefonu alıp arama çubuğuna yazıyorum, “Cortado nedir?” . Ve aldığım yanıt karşısında kafamı bir süre kuma gömmek istiyorum. Cortado yani espresso kadar süt konulan bir kahve. Tanrımmm!! Bu isimleri nerden buluyorlar. Tüm bunlar İspanyolların oyunu.
Cortado’nun gelişi ile birlikte biz de kendimize geliyoruz. Tüm bu havalı kahve makinası şeyleri bize göre değilmiş aslında. Bunu anlıyoruz. Biz Göztepeliyiz, küçük esnafız ve Cortado gibi Espresso ve Cappucinoları, White Hot Chocolate içen gruba bırakıyoruz. Kahve üzerindeki iddiamız buraya kadarmış ve artık bambaşka bir konuda kendimizi geliştirmeye karar veriyoruz Evşo’yla. Bu hızla elimize mikserlerimizi alıp, tarif defterlerimizi karıştırmaya başlıyoruz. Kahve kokularına çikolata, vanilya ve krema karıştırmanın zamanı geliyor ve Cortado’ya sesleniyoruz. “Cortado, Artık gerisini sen düşün!”.