Söğüt Günlükleri Blog

İnsanlar neden yengeç yiyorlardı, ıstakozlar neden nefes alarak haşlanıyordu, balık baştan mı kokuyordu ve bir karides kaç paraydı arkadaş! Biri çıkıp söylesin kaç para bir karides. 

İşte böylesi bir yazdı üçüncü yazımız. İlk yazın üzerimize vuran sıcak ve nem dalgasının yarattığı şoktan çıkmayı başarıp, tüm kış karıncaları bile açık ara geride bırakarak çalıştığımız ikinci yazımız ile gerçekler güneş ışınlarının dik açı ile yansıdığı gibi geldi üzerimize. İzmir çok sıcaktı ve İzmir insanları çok sıcakta sosyalleşemeyecek kadar lüksleriyle yaşıyordu. Hava sıcaklarının artmasıyla deniz, kum ve güneşin cazibesine kapılan müşteriler bizi çöl sıcakları ile başbaşa bırakmıştı. Nem var guzum esprilerinin dolandığı, umuma açık otobüslerin çarpıcı ter kokularını sardığı İzmir yazında bir sonraki sene için planlar yaptık. Moğollar konserine gittik. Siyasi boyuttaki bişey yapmalı sözlerini kendimizce yorumlayıp çareler aradık. Çalıştık, çalıştık çok çalıştık. Elimizde kavanozlar kapı kapı dolaştık. Şeytan pastasının tiramisu ile arasındaki farkı tartıştığımız mekanlar oldu. Konuştuk, dinledik, anlattık ve çalıştık. Yine kış geldi. Üşüdük, kahve yaptık bolca brownie sattık. Çikolatanın verdiği mutluluğu veremeyen insanları tartıştık bir mevsim. Dinledik ama dinlenmedik. Ve üçüncü yazımıza geldik. Tablo karamsar. Dolapta tatlılar, tezgahta hayaller ama kasada bir eksik vardı. Tesadüfler işte. Biz üçüncü yaz için enerji kaybına uğrarken, ülke kendi sorunlarıyla meşgulken , dolar almış başını giderken küçük bir sahil kasabasında bir restoranda bayram telaşı gelmiş ve yeni yeni iş gücüne ihtiyaç duyulmuştu. İşte o güç  bizdik. Dedik ki neden olmasın. Madem kimse bize gelmiyordu o zaman biz başka bir şehre giderdik. Nüfusun bir elin parmağını geçmeyen yerleşim biriminde yıldızları sayar, deniz tuzu ile bronzlaşır ve biraz da çalışırız diyerek kendimizi şehirler arası otobüsün en ön koltuğunda oturmuş manzarayı seyredalarken bulduk. İzmir sıcağını geride bırakmanın hafifliği, yeni bir şehre gitmenin verdiği heyacan dalgasıyla yine hayallere daldık. Küçük bir es , bir duraksama ve yenilenme gibi görerek Söğüt  yollarına attık kendimizi. Ama Ey Hayat neden hep bize yokuşsun. Söğüt’e giden yolların en az bir planör uçuşu kadar dönemeçli yollarında midemiz ağzımızda kulaklarımızda şiveli dedikodular yeni bir filmin içine girdiğimizin farkına henüz varmamıştık. Döne döne aştığımız sarp yolların sonuna geldiğinde muazzam bir düzlüğe çıktık. Önce flamingolar karşıladı bizi sonra da pembe saçlı kadın. Her güne bir tane olmak koşulu ile sayarak aldığımız ortak yapım kıyafet valizlerimizle işte ordaydık artık. Yirmi günlük serüvenin ilk gününde başımıza geleceklerden habersiz tepeden tırnağa süzen gözler üzerimizde  valizlerimizi alıp kalacağımız pansiyonun yolunu tuttuk. Ayağımıza batan çakıl taşları üzerinde dengede kalmak çabası ile gösterdiğim milli mücadelede valizin sapı elimde kalarak yolun devamını valizi kucaklayarak bitirmiş olmak başımıza gelenler arasında hiçbir şeydi. Ama bunların hiçbiri bizim için engel olamazdı. Bir amacımız vardı, dükkanımızı yaz sıcağından sağ salim kurtaracaktık ve bunu da en iyi yine biz yapardık. Bu durum bizim için düzene bir başkaldırı niteliğinde bir  ayaklanmaydı. İki kadın bir kafe ve hayallerinin peşinden yalın ayak koşma çabasıydı bizimki. SSK, SGK, Bağkur, Stopaj saçmalıklarına inat en iyi biz ayakta duracaktık. Başka bir insana ihtiyaç duymadan bir dükkanı işletmekse onu da en iyi biz yapacaktık. Çünkü hayallerimiz vardı ve tüm ülke düzenine inat hayallerimize en iyi biz sahip çıkacaktık. Allah allah nidaları eşliğinde girdiğimiz pansiyon odasında hava durumundan ötürü sıcak ama bir o kadar da yakıcı bir hoşgeldin karşılaması yaşandı. Yine tepeden tırnağa süzüldüğümüz gözler birimizden diğerine kayarken göz kırpmamak için kendimi zor  tutuyordum. Evet o katil bendimmm.  Nihai sessizliği bozan tiz sesimle kendimizi odaya atmamız arasında geçen o kısacak zamanda ilk defa hiçbirşey düşünmedim. Sayılı günün çabucak geçeceğini düşündüğüm zamanda sayısız senaryoların başımıza geleceğinden henüz habersizdim. Zaten odamıza açılan manzara tüm bu düşünceleri bastırabilecek güzellikteydi ve biz ilk akşamımız için hazırlanmaya başlamıştık.

Pembe saçlı kadın neşeli kıyafetleri, renkli bez ayakkabıları ve hiç bitmeyen enerjisi ile karşıladı bizi ve sonra resmi olarak ekibin diğer üyeleriyle tanıştık. Tanrımmm herkes ne kadar da dost canlısı. Köyün havasından ya da suyundan dedik herhalde insanlık buraya gelmemiş. İş çok basitti. Mutfakta zil çalar, sen pişen yemekleri alırsın ve numaralarına göre ayrıştırılmış masalara verirsin. Gerisi iyilik, güzellik dedik ve ilk günümüzün gecesinde başladık maceramıza…

2 thoughts on “Söğüt Günlükleri -1- Asuman Y.”
  1. Şahaneee.
    Bunu yorumu yaparken seni az çok tanımışlığı bir kenara bırakarak yapıyorum.
    Öyle okuduğumu çok iyi yorumlayan bir yetkinliğim yok benim lakin okuduğumun iyi olup olmadığını çok iyi anlayabiliyorum. Bu blog yazısı Rus Romanı gibi olmuş. Çok güzel.
    Yaz Dostum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir