Babasının Kızı

27 Haziran 1988 yılında İzmir Tepecik Hastanesi’nde dünyaya gelmişim.  

Size doğum saatimi de net söylemek isterdim ama maalesef bu konuda ortak bir paydada buluşamadı bizimkiler.

Affet beni astroloji dünyası affet beni doğum haritam
Doğarken başımda ay şeklinde bir iz varmış.

Bu olayı niye söylüyorum çünkü o dönemde Tepecik SSK’da çok fazla çocuk kaçırma ya da değiştirme olayları oluyormuş.

Annem ve babam bu yüzden çok endişeliymiş ama ben doğarken bile sakinleştirmeyi başarmışım onları.  

“Merak etmeyin tüm şüphelerden sizi arındıracağım” diyen doğum izimle açmışım gözlerimi dünyaya.

Doğduğum şekil ve o an itibariyle sürüncemeleri sevmeyen bir yapım olacağını da tescillemişim.

Doğmak için de direndiğim bir dönem olmuş haliyle.

Direne direne kazanmak burada kodlanmış DNA’ma.

Normal doğum sorunsalı işte anacığım anlatır durur

Ve artık babamla tanışma zamanı…

Hep bir kızı olsun istermiş.

Ben doğmadan yıllar önce “kızım olursa adını Evşen koyacağım” diye gezinirmiş ortalıkta.

Fakir Baykurt’un “Tırpan” romanındaki ana karakterin kız kardeşiymiş Evşen.

Annemle evlendiklerinde de “erkek olursa sen koy adını kızın adını ben koyacağım” diye pazarlığını yapmış uyanık babam.

Tüm bu hikayelerden sonra sıra büyük buluşmaya geliyor…

Beni eline alıyor ve dudaklarından o muntazam cümleler dökülüyor; “ben seni ellere nasıl vereceğim.”

Benimle ilk tanıştığı an ayrılacağı günün hüznünü yaşamış.  

Benim ruhumun biraz melankolik olması ve vedaları sevemeyişim kulağıma adımdan önce bu cümlelerin fısıldanmasından ötürü olmalı….

Bizim hikayemizin ilk teması işte budur. O kocaman ve güçlü ellerinin arasındaki ilk sıcaklık, sesini ilk duyuş ve vücuduma yayılan ilk güven hissi…

Ben o günden sonra onun yanında hiç yetişkin olmadım. Olduğum anlarda bile içimdeki kız çocuğu hep tutuyordu bir elimden.

Benim babam ölmedi aslında benim çocukluğum öldü, benim elinden tuttuğum kız çocuğu gitti babamla birlikte.

Beni sevdiğini söylemekten ve göstermekten çekinmeyenim gitti, sonsuz nazımı çeken, benimle şarkılar söyleyenim gitti.
Benim dedikodu arkadaşım, benim sırdaşım, benim aptalca şeylere birlikte kahkahalar attığım gülen yüzüm gitti.

Benim sarımın laciverti gitti.

Bana ilk rakı içmeyi öğretenim gitti.

İlk aşk acımı yaşarken gözyaşlarımı göğsünde yumuşatanım gitti.

Biri beni sinirlendirdiğinde ya da üzdüğünde canı benden çok yananım gitti.

Ben sakinken beni kızdıranlara benden çok öfkelenenim gitti.

Ben uyurken üstümü örtüp, öpenim, saçlarımı okşayanım gitti.

“MEMOÇİTA” diye bağırarak eve geldiğimde “geldi benim manyak” diye söylenenim gitti.

Birlikte yoğurt yaptığımız yakışıklı çırağım gitti.

Dünyadaki ilk kamp arkadaşım, deniz kenarında kulağıma küpe takarken yanlışlıkla ikinci deliği açıp beni ağlatanım gitti.

Sokaklarda el el ekol kola yürürken birlikte şarkılar söyleyip dans ettiğim adam gitti.

İlk nişanımı attığım gün arayıp “ben ayrıldım” dediğimde “gelirken köşedeki boyozcudan boyoz alın, ananda çay koysun kutlayalım” diye benim gözümdeki yaşı kahkahaya çevirenim gitti

Evlenmeye karar verdiğimde yanımda olan, boşanmaya karar verdiğimde suçlamak yaftalamak ya da başımı öne eğdin demek yerine yanımda dağ gibi duranım gitti.

Bu listeyi böyle saatlerce günlerce uzatabilirim…

Seni ve içimdeki ufaklığı çok özleyeceğim Aşkım Babam.

Bir gün daha yakınız…

Görüşeceğimiz güne kadar HOŞÇAKAL…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir